Sorumluluk Savma Ahlakı

Yazar: Emre Kaplan

Bu yazıda Türkiye’de hayvan savunuculuğunda görece yaygın olan bir argümandaki kusurları paylaşacağım.

Dünyaya etkilerimizi zarar vermek ve fayda sağlamak olarak ikiye ayıralım. Yaralamak, öldürmek, çöp atmak, kirletmek gibi şeyler zarar vermek kategorisinde. İyileştirmek, yardım etmek, ilaç sağlamak, öldürülmesini engellemek gibi şeyler de fayda sağlamak kategorisinde.

Felsefede sonuççu ve kuralcı kuramlar arasındaki temel ayrım fayda sağlamak ve zarar vermek arasında bir hiyerarşi olup olmadığına ilişkindir. Sonuççuluğa göre bu ikisi arasında bir hiyerarşi yoktur. Ölmesini engelleyebileceğimiz birisinin ölmesine seyirci kalmakla, birisini öldürmek arasında bir fark yoktur. Yapmamız gereken dünyayı yapabileceğimiz en iyi yer yapmaktır.

Kuralcı kuramlara göre zarar vermemek, fayda sağlamaktan çok daha önceliklidir. Asli sorumluluğumuz zarar vermemektir. Sonuççuluk ve kuralcı kuramlar arasındaki tartışmalar çoğunlukla, fayda sağlamak için zarar vermenin meşru olup olamayacağı üzerinedir.

Uzlaşılan Alanlar Neler?

Hayvan hareketinde aslında tartışmanın bu eksenine düşen pek bir vaka yoktur. Birkaç istisna hariç hayvanlara fayda sağlamak için hayvanlara zarar vermemiz gereken pratik örnek yoktur. Bunun nadir istisnaları da genel kabul görmüştür. Kısırlaştırma konusunda pek bir tartışma kalmamıştır. Çoğu kişi kısırlaştırma örneğinde, hayvanlara fayda sağlamak için vücut dokunulmazlığının ihlal edilebileceğini kabul eder.

Hayvan savunuculuğundaki asıl tartışma, hayvanlara zarar veren aktörlerle olan etkileşimlerimizde nasıl davranmamız gerektiğine ilişkindir. Yanlış davranışlarda bulunan bir kişi, şirket ve devletle iletişimimizin ve etkileşimimizin nasıl olabileceği asıl tartışma konusudur. Bazılarına göre “hayvanlara verdiğin bütün zararları sonlandır” talebi dışındaki tüm talepler yanlıştır. Ancak pratikte tartışmalı olan pek çok husus vardır.

Örneğin veganlık konusunda argümanlardan yıllardır haberdar olan ama “peyniri asla bırakamam ki” diyen arkadaşınıza “peynir dışındaki şeyleri neden bırakmıyorsun” demek yanlış mıdır? Vegan olabileceğiniz kadar vegan olun demek yanlış mıdır? Bir şirketten menüsündeki hayvansal ürünleri azaltması istenebilir mi? New York belediyesinin okullarda cuma günü vegan yemek vermesini talep etmek yanlış mıydı? Kafeslerde ölmesini engelleyemediğimiz hayvanların yaşam standartlarının iyileşmesini talep etmek yanlış mıdır?

Bu konuda Kant’ın bir argümanının tartışmalarda sıkça kullanıldığını görüyorum. Önce Kant’ın argümanını açıklayacağım. Sonra bu argümanın hayvan aktivizmindeki kullanımlarına yer vereceğim.

Kant bazı ahlaki kuralların istisnasız uygulanması gerektiğini savunan bir filozoftur. Örneğin yalan söylemek hiçbir koşulda meşru değildir. Kant’ın çağdaşları, aşağıdaki örneği vererek bazen yalan söylemenin meşru olabileceğini savunmuştur.

Kant: Kapıdaki Katil

Bir arkadaşınız, kendisini öldürmeye çalışan bir katilden kaçıp evinize sığınıyor. Ardından kapınıza baltalı bir yabancı dayanıyor. Arkadaşınızın evinize saklanıp saklanmadığını soruyor. Eğer cevap vermezseniz, veya “söyleyemem” derseniz katil sizi ittirip arkadaşınızı öldürmeye çalışacak. Sizi rahat bırakmasını sağlamanın tek yolu yalan söylemek.

Kant bu vakada da yalan söylemenin asla kabul edilemez olduğunu savunmuştur. Verdiği argümanla da hayvan tartışmalarında sıkça karşılaşılmaktadır:

“Cinayet planlayan bir adamı bir yalanla engellediyseniz, tüm sonuçlarından yasal olarak siz sorumlusunuz. Ancak gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kaldıysanız, öngörülemeyen sonuç ne olursa olsun, yargı sizde bir kusur bulamaz.”

Kant’a göre herkes kendi asgari yükümlülüklerini yerine getirmekten sorumludur. Benim ahlaki yükümlülüğüm dürüst olmak ve ahlaklı davranmaktır. Bu sebeple katile karşı dürüst olmam gerekir. Katilin sorumluluğu da başkalarının hakkına saygı duymak ve kimseyi öldürmemektir. Eğer ben katile yalan söylersem, benim yalanımın sonucunda doğabilecek kötü sonuçlardan ben sorumlu olurum. Ama dürüst olursam, arkadaşım öldürülse bile bunun suçlusu ben değilimdir. Herkes kendi yükümlülüklerini yerine getirmekten sorumludur, ve katil kendi yükümlülüklerini yerine getirmediyse bu onun sorunudur.

Bu argümandaki en rahatsız edici husus arkadaşınızın yaşamasından çok, arkadaşınızın ölümünden sorumlu olmamakla ilgilenmesidir. Arkadaşınızın hayatta kalmasını sağlamak ahlaki değerlendirmenin bir parçası bile değildir. Bu hak odaklı veya kuralcı kuramların genel bir sorunudur. Bu tarz kuramlar sonuçlara değil, kendimizin kuralları veya hakları ihlal edip etmediğine odaklanırlar. Ancak mağdurlar kimin suçlu, kimin kusurlu olduğunu umursamaz. Onlar yaşamayı ve acı çekmemeyi umursar. Kuralcı kuramlar ise daha çok kendilerinin ne kadar kusur biriktirdiğine ilişkin bir çetelede skor tutuyor gibidir. Bu sebeple felsefe literatüründe kuralcı teorilere bencillik eleştirisi yapılmaktadır. Kuralcı kuramlar etkileşime girdiğimiz bireylerden çok, sorumluluk savmakla ilgileniyor gibi görünür.

Şimdi bir de hayvan meselesine daha çok benzeyen bir örneğe bakalım.

Sophie’nin Tercihi:

Nazi Almanya’sından iki çocuğuyla birlikte kaçmaya çalışan Sophie, sınırdayken bir subaya yakalanır. Subay, toplama kampına gönderilmek üzere çocuk teslim etmek zorunda olduğunu ve bunun için Sophie’nin çocuklarından birini alacağını söyler. Ama en azından bir çocuğun Sophie’de kalabileceğini söyler. Sophie direnmeye çalışır. Subay Sophie eğer tek çocuğuyla ülkeden çıkmaya razı değilse, iki çocuğunu birden alıkoyacağını söyler. Sophie’nin kararını sorar. Sophie yalnızca bir çocuğunu götürmeyi kabul eder ve ülkeden ayrılır.

Burada gerçekten rahatsız edici bir durum olduğu, ve Sophie’nin ahlaken zor bir durumda kaldığı aşikardır. Kimse bir çocuğunun ölümüne razı olmak istemez.

Sorumluluk savma ahlakının temel sorunu, burada hiçbir ahlaki dilemma görmemesidir. Bu ahlaka göre verilmesi gereken karar barizdir. Sophie iki çocuğunun da yaşam hakkının olduğunu ve hiçbir çocuğunun öldürülemeyeceğini anlatmalıdır. Eğer yine de subay 2 çocuğu götürmeye karar verirse bu subayın sorunudur. Sonuçlarından subay sorumlu olacaktır. Burada annenin görevi tavizsiz ve tutarlı bir şekilde çocuklarının yaşam hakkını savunmaktır. Bir çocuğunun toplama kampına gönderilmesine razı olarak, onun ölümünden sorumlu olmuştur ve kanı eline bulaşmıştır. Daha az cinayetle daha çok cinayet arasında bir fark yoktur. Cinayetin hiçbir miktarına razı olunamaz ve Sophie cinayeti desteklemiştir.

Bu argümanla ilgili en can sıkıcı durum, kurtarılabilecek çocuğun hayatına ilişkin duyduğu soğukluktur. Bir çocuğun hayatını korumak yine kararın hiçbir şekilde parçası değildir. Temel mesele çocuğun cinayetinden sorumlu olup olmamaktır. Bana kalırsa bu örnekte çocuklarımın ölümünden kimin sorumlu olduğu umrumda bile değil. İstediğim tek bir şey var, o da çocuklarımın ölmemesi. Çocuklarım toplama kampına giderken “merak etmeyin çocuklar, sizin yaşama hakkınızdan asla taviz vermedim” diye arkalarından bağırmak onları teselli etmeyecek. Onlar yaşamakla ilgileniyorlar. Ben de onların yaşamasıyla ilgileniyorum. Bu örnekte neyin asgari yükümlülük olduğu, kimin neyden sorumlu olduğu umrumda değil. Sorumluluk savma ahlakı, kimin neyden sorumlu olduğunu, çocuklarımın hayatından daha çok umursuyor.

Hayvan meselesinde Sophie’nin tercihi

Sorumluluk savma ahlakı hayvan meselesinde de sık sık öne çıkmaktadır. Pek çok aktörün hayvanlara zarar veren bazı davranışları vardır. Örneğin tüketilen yumurtalar için pek çok hayvan kafeslerde bir yıl boyunca acı çeker ve öldürülür. Ancak bu insanlardan tüm hayvansal tüketimlerini bırakmaları istendiğinde “peyniri asla bırakamam” gibi mazeretler öne sürmekte ve tüketim alışkanlıklarına aynen devam etmektedirler.

Melanie Joy isimli bir vegan eğitimci ve yazar bir videosunda bu durumlarda insanlara “Vegan olabileceğin kadar vegan ol” demenin faydalı olabileceğini savunmuştur. Bu videoya gelen eleştirel yorumlardan birisi aşağıdaki gibidir:

“Ben karşımdakine veganlığın hem gerekli hem de uygulanabilir olduğunu göstermek için elimden gelenin en iyisini yapmalıyım. Ve yapılabilecek çok şey var. Ben bunları yaptıktan sonra, beni dinleyen ya da okuyan kişi sonrasında hayvan kullanımına devam ederse bu onun hatası olur. Bu konuda elimden bir şey gelmez ama eğer ben ona daha azını önermişsem bir hayvan savunucusu olarak ben hataya düşmüşüm demektir ve bu hayvan kullanımının sorumluluğu benim de üzerimdedir.”

Bu argümanın da yine hayvanların hayatından çok, kendi sorumluluğumu savmakla ilgileniyor olması beni üzüyor. Elbette belli kurallara uygun davranmamız gerektiğine katılıyorum. Hayvanlara fayda sağlayacak da olsa bir hayvanı öldürmekten kaçınırım. Hakların varlığına inanıyorum. Ancak sonuçları hiç umursamayan bu yaklaşım da mağdurlara hak ettikleri değeri vermiyor. Hayvanlar kimin neyden sorumlu olduğunu umursamıyor. Her birinin biricik bir hayatı var ve bu hayatta yaşadıklarıyla ilgileniyorlar.

Bu tarz sorumluluk savma ahlakıyla temel derdim bireylerin biricikliğini görmezden gelmesi. Örneğin New York şehrinde şu an okullarda cuma günleri tamamen bitkisel yemek servis ediliyor. Çünkü bazı vegan aktivistler bizzat belediyede işe girdi ve bu politikaları ittirdi. Belediyenin tamamıyla vegan olmasını sağlamaya çalışsalar ciddiye bile alınmayacaklardı. Eğer sorumluluk savma ahlakıyla duruma yaklaşsalardı, belediyenin yalnızca %100 vegan olmasını talep edeceklerdi. Belediye de bu talepleri ciddiye almadığı için hiçbir değişim olmayacaktı. Fazladan belki 50 bin hayvan acı dolu bir hayata doğup öldürüleceklerdi.

Sorumluluk savma ahlakı bu 50 bin hayvanın hayatının değerini tamamen görmezden geliyor. Gördüğü tek şey New York Belediyesinin hala hayvanlara zarar veren bir kurum olması. Tek umursanan şey “Ben etik olarak belediyenin tamamen vegan olmasından daha azını talep edemem” gibi kurallar. Bu kurallara saplanıp kalırken her biri bir anadan doğma, her biri biricik 50 bin hayvanı unutuyoruz.

Sorumluluk savma ahlakının ne kadar tutarlı uygulanabileceğinden de emin değilim. Bu ahlakla ilgili temel sorun, yaşadığımız dünyada gündelik olarak sömürüyle iç içe etkileşimlere girmemiz. Bu sebeple, sorumluluk savma ahlakı, sık sık daha büyük talepleri daha küçük taleplerden daha yanlış buluyor. Örneğin:

  1. Bir restoranın vegan seçenek eklemesini istemek -> Meşru

  2. Bir restoranın yemeklerinin yarısını vegan yemeklerle değiştirmesini istemek -> Azaltmacılık, veganlıktan azına razı geliyor.

  3. Tüm siyasi partilerin manifestosunda hayvancılığa teşvik açıklanmış olmasına rağmen oy vermek -> Meşru

  4. Hayvancılığa kısıtlamalar getirilmesi için yasa çalışması yürütmek -> Azaltmacı, hayvanlara ihanet

  5. Arkadaşını akşam vegan restorana gelmeye davet etmek -> Meşru

  6. Arkadaşını Ocak ayında bitkisel beslenmeye davet etmek -> Azaltmacı, hayvanlara ihanet

  7. Migros’tan vegan ürün alışverişi yapmak -> Meşru

  8. Migros kafes yumurtası satmaya devam ettiği sürece Migros’u boykot etmek -> Refahçı, hayvanlara ihanet.

Sonuç

Hayvanlar için daha fazlasını istemek, daha azını istemekten nasıl daha yanlış olabilir? Burada bariz bir tuhaflık var. “Taviz verme”ye ilişkin ahlaki sezgilerimiz, tamamen sömürü üzerine kurulu sistemlerde yaşarken tutarlı sonuç vermiyor. Kötülüğün her tarafı sardığı ve gündelik yaşamımızda kötülükle iç içe yaşadığımız bir dünyada, “tavizsiz”liğe ilişkin sezgilerimiz böyle absürd sonuçlara ulaşıyor.

Geleceği hayal ediyorum. 2100 yılına geldik. İşler görece yolunda gitmiş ve hayvan özgürlüğüne ulaşmışız. Geçmişe bakıyoruz. Ölen milyarlarca hayvan. Bazılarının ölmesini engelleyebilirmişiz. Bazılarının çekebileceği bazı acıları engelleyebilirmişiz. Ama kurallarımızı korumak için yapmamışız. Bundan gurur mu duyacağız? 

“İstesek hayvanların canlı canlı haşlanarak ölmesinin önüne geçen bir yasa çıkarabilirdik, ama iyi ki yapmadık, öyle yapsak ilkelerimizden taviz vermiş olurduk. Canlı canlı haşlanan 1 milyar hayvanın da sorumluluğu faillerin üzerinde” mi diyeceğiz? “İstesek kurumlarda hayvansal ürünlerin azaltılmasını isteyip daha da az hayvanın öldürülmesini sağlayabilirdik, ama o zaman bir miktar hayvan sömürüsünü onaylamış olurduk. Bu ilkelerimizi ihlal ederdi, iyi ki yapmadık.” demek bizi teselli mi edecek? Erdemli olmak buysa ben böyle erdemi istemiyorum. Benden uzak olsun.


Previous
Previous

Dosya: Neden Migros

Next
Next

Endüstriyel Hayvancılık Dünyayı Nasıl Fakirleştiriyor?